[Bu yazı, Jadaliyya Türkiye Sayfası Editörleri tarafından hazırlanan “Gezi'yi Hatırlamak: On Yıl Sonra Nostaljinin Ötesinde” başlıklı tartışma serisinin bir parçasıdır. Konuk editörler Birgan Gökmenoğlu ve Derya Özkaya tarafından hazırlanan serinin giriş yazısına ve diğer makalelerine buradan ulaşabilirsiniz.]
Dosyamız kapsamında bazılarına da yer verdiğimiz üzere Gezi’nin ardından çok çeşitli örgütlenme modelleri ve direniş pratiklerinin ortaya çıktığına tanıklık ettik. Bununla beraber yıllardır var pek çok örgüt, kolektif ve platform da bu toplumsal ayaklanmanın nedenleri, sonuçları, ayaklanma süresince ve sonrasındaki deneyimleri üzerine yürüttükleri kapsamlı tartışmaların ardından ya dağıldılar ya da yenilik arayışına girdiler. Feminist oluşumların bazıları da bu süreçten payını aldı.
Tekrar örgütlenmenin koşullarının tartışıldığı bir süreçte gündeme dair feminist söz söyleme ihtiyacı ile harekete geçen farklı örgüt, kolektif ve platformlarda beraber politika yapma deneyimi olan bir grup feminist kadın 2016 yılında bir dijital feminist yayıncılık mecrası olarak Çatlak Zemin’i kurdu.
Feministlerin birlikte veya ayrı ayrı söz üretebileceği alanları birlikte üretmek ve genişletmek amacıyla kurulan web sitesi feminist mücadeleye dair tartışmalara alan açmaya bu tartışmalara katkı sağlayacak yazılar üretmeye gayret ediyor.
Biz de 10 yıl sonra Gezi’nin kadınları, kadınların Gezi’si, ve Gezi’nin ardından kadın mücadelesi/feminist mücadeleyi konuşmak için Çatlak Zemin kurucularından Cemre ve Selime ile görüştük. Aralarındaki kesişimler dolayısıyla Çatlak Zemin’le ilgilenen okuyucularımızın bu sayı kapsamında Yoğurtçu Kadın Forumu[BG1] ’nun kaleme aldıgı yazıya da göz atmalarını öneririz.
Cemre, 2013 yazında, yani Gezi protestoları halen devam ederken, Feminist Politika’da yayınlanan bir yazısını şu sözlerle bitirmiş:
“Kadınların sokakları, parkları, eylemleri sahiplenmesi, kendilerini var etmeleri bu direnişin en esaslı sonuçlarından biri olageldi: Gezi’nin de artık bir dolu hafızası var, kadınlar için ise ayrıca bir ufuk, tadı damakta kalmış bir prova.”
Gezi kadınlara nasıl bir ufuk sunmuştu? 2013’ten bu yana geçen 10 yıl içerisinde bu ufuk değişti mi? Nasıl?
Cemre: Gezi direnişi İstanbul’un merkezindeki bir park alanına sahip çıkma mücadelesi olarak başlamış ve edindiği anlamlar çoğalmıştı. Kadınların İstanbul’da parklar, sokaklar, meydanlar, kamusal alanlara erişimleri ve buralarda varolabilmeleri feminist bir gündem malum. Ancak o döneme kadar mekanın feminist politikası, kent hareketlerinin feminist perspektifle ele alınması öncelikli gündemler arasında değildi. Gezi protestoları, Türkiye’de kadınların özgürce hareket edebildikleri, kolektif ve dayanışma temelli bir araya gelinen kentsel kamusal alanlara ihtiyacı gösterdi.
Öte yandan, feministlerin, kadınların Gezi direnişine katılma sebepleri sadece kamusal alanla ilişkili talepler değildi elbette. Hemen önceki sene Başbakan Erdoğan kürtajı yasaklamaya çalışmıştı, dönem dönem kadınlara üç çocuk yapın diye buyuruyordu, ülkede engellenmeyen bir kadın cinayetleri gündemi vardı, yani özetle, erkek şiddeti ve kadınların özgürlüğü en temel isyandı Gezi’de.
Türkiye on yıl içerisinde pek iyi bir yere evrilmedi maalesef. Bahsettiğim bu ihtiyaçlar ve talepler hâlâ yerinde duruyor. Gezi deneyiminin aktarılarak muhalif kesimlerce yaygın olarak paylaşıldığı ise kesin.
Selime: Gezi’yi kadınlar açısından beden, emek ve kimliklerini hedefe koyan AKP’nin muhafazakar politikalarına karşı bir patlama olarak okumak mümkün. Gezi Direnişi esnasında kadınlar kadın düşmanı baskıcı politikalara, durmadan kadınlar hakkında konuşan AKP’ye karşı seslerini yükselttiler ve başka bir dünya talep ettiler. Bugün geldiğimiz noktada hayatımız muhafazakarlıkla sarılmış durumda ve mücadelemizi çoğunlukla eldekini kaybetmemek üzerine kurmak durumunda kalıyoruz. Kadınların taleplerinde, ufuklarında bir daralma yok belki ama aradan geçen 10 yılda yeni ufuklara gözümüzü dikme imkanımız elimizden alındı.
Bugünden baktığınızda Gezi sürecinde kadın hareketinin bu süreci nasıl etkilediğini ve kadın hareketinin bu süreçten nasıl etkilendiğini düşünüyorsunuz? Gezi ve sonrasındaki süreç kadın hareketinde ve/veya feminist harekette yeni tartışmalara, yeni oluşumlara vesile oldu mu? Yeni siyasal öznelerin doğmasına yol açtı mı sizce?
Cemre: Gezi süresince hem sokakta mücadele hem parkta kolektif varoluş açısından feministler ve LGBTİ+ların olması Türkiye’deki en büyük sorun alanlarından biri olan erkek egemenliğinin vurgulanmasına sebep oldu. Sadece rejime karşı talepler açısından değil, Gezi boyunca sokak eylemleri, toplantılar, forumlar, alınan kararlar için de bu önemliydi. Başka bir deyişle, feministlerin varlığı, direniş alanının erkek egemen olmasına da bir müdahaleydi. İki hareket de sokaklarda olmaya, ilk birkaç gün içerisinde çadır kurmaya ve sürece aktif dahil olmaya karar vermişlerdi. Hem kürtaj ve kadın bedeni hem de cinsiyetçi dil ve direniş alanını dönüştürmek üzere iç eylemler yapıldı. Gezi sonrası Taksim’de yapılan ilk olarak Onur Yürüyüşü sonrasında 8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü tarihlerinin en kalabalık yürüyüşleri oldu. Gezi sonrası, AKP iktidarının otoriterliğinin arttığı, muhalefetin susturulduğu, yürüyüşlerin yasaklandığı yıllar başladı. Politik örgütler zayıfladı, feminist gruplar dağıldı. Son on yıldır örgütlenmenin önündeki engeller çoğalıyor. Buna rağmen, feminist hareket sokakta varlık sürdürüyor, politika yapmaya devam ediyor.
Selime: Bizler, yani örgütlü feministler için, Gezi'nin en heyecan verici yanlarından biri, feminist eylemlerdeki sözümüzün, sloganlarımızın ve taleplerimizin on binlerce kadın tarafından paylaşıldığına tanıklık etmekti. Kadınların Gezi'de sokağa çıkarak kendi bedenleri ve hayatlarına dair taleplerini yükseltmesi, feminist hareketin görünürlüğü ve siyasi özne olarak tanınırlığı açısından da pek çok şeyi değiştirdi. Biz başka pek çok toplumsal muhalefet gruplarından farklı olarak Gezi Direnişi esnasında sadece AKP’yle değil aynı zamanda parkın içiyle yani direnişin kendisiyle de uğraşmak, ona da muhalefet etmek durumunda kaldık. Bu sürecin bir kazanımı olarak Gezi sonrasında daha fazla kadın feminist hareketle temas etmeye, örgütlenmeye başladı. Bu kalabalıklaşmayı her sene 8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü’nde görüyoruz. Bu etki sadece Gezi’yi deneyimlemiş olanları değil, yeni kuşakları da içeriyor. Her yıl çok genç kadınların ilk defa geldiği bir eylem alanı orası. Tüm bunlar esasen 80’lerden bu yana Türkiye’de süren örgütlü feminist mücadelenin kazanımı fakat Gezi Direnişi’ni de bir ivme olarak düşünebiliriz.
Peki sizce Gezi, Türkiye’de kadınların, feministlerin, LGBTQI+’ların patriyarka, kapitalizm, ırkçılık, ve ayrımcılık ile mücadelelerine ne tür siyasal imkanlar sundu ya da sundu mu? Bu imkanlar yine bu kesimler tarafından nasıl/ne kadar değerlendirilebildi?
Selime: Gezi Direnişi’ne katılanlar arasında oluşan temas alanı, katılan herkes için dönüştürücü potansiyele sahipti. Feminist ve LGBTİ+ hareket açısından temasın yanı sıra önemli bir görünürlük imkanı getirdi. Her iki harekette uzun yıllardır örgütlü mücadele verdiğinden Gezi bir milat değil ama kuşkusuz görünürlüğün her iki hareket açısından farklı sonuçları oldu. Kalabalıklaştık, etki alanımız genişledi. Bir diğer yandan Türkiye’de sivil alana dönük baskı ve yıldırmalardan her iki hareket de nasibini aldı fakat buna rağmen sokakta kalmaya, örgütlenmeye devam ettik.
Cemre: Bu on yıl içerisinde feminizmin çok daha fazla kitleselleştiğini görüyoruz. Bunun elbette yerel, küresel çeşitli sebepleri var ama Gezi, teknolojinin de yaygın kullanımının başlamasıyla (bugünden bakınca o zaman Twitter’dan haberleşmenin ne kadar yeni ve değişik olduğunu algılamak mümkün değil örneğin), yan yana olmayan, birebir birbirini tanımayan insanların da dayanıştığı, aynı sözü paylaştığı dönüm noktalarından biri ülke yakın tarihinde. Ve feminist hareket ve LGBTİ+ hareketin Gezi sonrası yan yanalığı pekişti.
Çatlak Zemin’in hikayesini anlatır mısınız kısaca? Çatlak Zemin bir feminist yayıncılık deneyimi olarak nasıl gelişti, nelerden etkilendi? Türkiye’de feminist yayıncılığın geleceği hakkında bize neler söylüyor?
Cemre: Çatlak Zemin’i 2016 yılında dağılan feminist örgütlenmelerden çıkan bir grup kadın olarak kurduk. Yeni bir örgütlenme için değilse de, feminist yayıncılığın feminist hareketle bağlantısını kuran bir yerden bir araya gelmeyi önemsedik. Farklı kuşaklardan kadınlarız ve Türkiye’deki 90 sonrası feminist hareketi ve kazanımlarını benimsiyoruz. Hem arşivini oluşturma hem politik yaklaşımı güncelleyerek sürdürme açısından bu tarihi önemsiyoruz. 2015 sonrası sert dönemde, eskinin matbu feminist yayıncılığının yerini büyük ölçüde web siteleri veya sosyal medya paylaşımları aldı. Yani değişen biçimlerde feminist hareketlilik sürüyor. Kadınların ve LGBTI+ların üzerindeki baskıların azaldığı, ifade özgürlüğünün sağlandığı yerde bu biçimlerin çeşitleneceği aşikar.
Selime: Çatlak Zemin ilk günden bu yana hareketle bağ kurmak, feminizme düşünsel katkı sunmak ve kendi tarihimizi arşivlemek amaçlarını taşıyor. Bu açıdan Türkiye’deki diğer feminist yayıncılık pratiklerinden farklı bir yanı. Bizler temel olarak feminist politika yapmak isteyen kadınlar olarak bir araya geldik ve Türkiye’de geniş bir bağımsız feminist örgütlenmenin olmadığı şu dönemde feminizmin tartışılacağı bir alan olmayı hedefleyerek devam ediyoruz.
6 Şubat’ta yaşadığımız felaket depremin öngörülebilir, önlenebilir, ve politik bir afet olduğu gerçeğiyle bizi bir kez daha yüzleştirdi. Depremin etkilerinin herkes tarafından eşit şekilde deneyimlenmediğini de biliyoruz. Bu süreçte her türlü dayanışmaya, özellikle de feminist dayanışmaya duyulan ihtiyaç daha da belirginleşti. Bu bağlamda bize “Afete Karşı Kadın Dayanışması” deneyiminden bahseder misiniz?
Selime: Bizler deprem haberiyle uyandığımız sabahın akşamında feministler olarak bir araya geldik ve Afet için Feminist Dayanışma grubunu kurduk. Bu kadar hızlı örgütlenmemizin ardında, mevcut ağlarımız ve kampanya temelli örgütlenme geleneğimizin etkisi oldu. İlk günden bu yana çok çeşitli işler yaptık. Bölgedeki temek insani ihtiyaçların yanı sıra özellikli olarak kadınların ihtiyaçlarını tespit etmeye ve onlarla dayanışma kurmaya odaklandık. Bu dayanışmanın hali çok farklı olabiliyor. Adıyaman’da sürdürdüğümüz bir Kadın Çadırı, Hatay’da yeni yeni açılan kadınlar için bir etkinlik çadırı var. Burada kadınlarla çay içip sohbet etmek için toplanmak da dayanışmamızın bir parçası, Hatay’daki üretici kadınların eriklerini İstanbul’daki kooperatiflerle buluşturmak da, duş-tuvalet yaptırıp kadınların iç çamaşırı, cımbız ihtiyaçlarını karşılamak da öyle. Bu deneyim bizlere afet ve kriz durumlarında feminist bir çalışmanın önemini göstermenin yanı sıra, yıllar içerisinde kendi aramızda kurduğumuz güçlü örgütlenmeyi de bir kez daha gösterdi
Eklemek istedikleriniz?
Cemre: Gezi’nin onuncu yılına, başta Osman Kavala olmak üzere, cezaevinde tutulanlarla giriyoruz. Bu, Türkiye’nin geldiği durumu gösteren en belirleyici göstergelerden biri maalesef. Gezi’nin yıldönümünde özgür olacaklarına inanmak istiyoruz.