[Bu yazı, Jadaliyya Türkiye Sayfası Editörleri tarafından hazırlanan “Gezi'yi Hatırlamak: On Yıl Sonra Nostaljinin Ötesinde” başlıklı tartışma serisinin bir parçasıdır. Konuk editörler Birgan Gökmenoğlu ve Derya Özkaya tarafından hazırlanan serinin giriş yazısına ve diğer makalelerine buradan ulaşabilirsiniz.]
bir süredir feminist metodoloji alanında hazırlanan bir yayın için kişisel tarihimizden video, belgesel film ve arşivleme pratiklerine dair deneyimlerimizi, feminist yöntemler olarak ele aldığımız sohbetlerimizi kaydediyorduk. bu sırada, yoğurtçu kadın forumu’nda derya ve birgan’ın bu dosyaya dair çağrısını gördük ve iki sebeple çok heyecanlandık. bizi buluşturan ve birlikte ürettiren gezi, hali hazırda yapmakta olduğumuz sohbetlerin başlangıcını oluşturuyordu. biz elbette feminist metodoloji aksı üzerinden konuşmaya başlamıştık gezi’deki deneyimlerimizi. fakat sohbete başka çerçeveleri de dahil ederek ve sadece gezi’ye odaklanarak devam etmek fikri bize iyi geldi.
6 şubat maraş depreminden sonra bu konuşmalara ara verdik ve gündemimiz tamamen değişti. afet için feminist dayanışma grubu içinde deprem bölgesinde hayatta kalan kadın, çocuk ve lgbti+’ların öncelikli ihtiyaçlarını karşılamaya ve feminist bir bakış açısıyla dayanışma ve destek ağı oluşturmaya odaklandık. yaşadığımız kederi ancak gönüllü çalışmaların içinde yer alarak hafifletmeye çalıştık.
uzun bir zorunlu aradan sonra, sohbetlerde henüz konuşmadığımız ya da eksik bulduğumuz kısımları yazarak tamamlamayı tercih ettik ve nihai olarak ses kayıtlarından sağalttığımız, sildiğimiz, eklediğimiz bir söyleşi metni ortaya çıktı bu dosya için.
yazıya, gezi boyunca dahil olduğumuz video aktivist kolektiflerle ürettiğimiz videolardan parçalar eşlik ediyor. videolar dışında, yazıda, gezi’nin birinci yıldönümünde, gezi’nin video koleksiyonlarını erişilebilir kılmak üzere bak.ma adıyla kurduğumuz online arşivden bazı ekran görüntüleri ve başka fotoğraflar da bulacaksınız. daha fazlası için arşivdeki gezi koleksiyonuna bakabilirsiniz.
özge: istersen nasıl tanıştığımızdan başlayalım.
güliz: gezi direnişi sayesinde tanıştık, direniş bizi bir araya getirdi ve sonrasında da bağımızı hiç koparmadık. 28 mayıs sabahı bir çağrı yapıldı sosyal medyadan, parkta iki üç gündür çadırlarıyla nöbet tutan insanlar vardı ve 28 mayıs sabaha karşı parka giren kolluk çadırları dağıtıp, orada nöbet tutan aktivistleri şiddet kullanarak çıkarmaya çalışmıştı. artık iş makinaları girmişti parkın güney tarafına ve ağaçları kesmeye başlıyorlardı, herkese acil bir çağrı yapıldı iş makinalarını engellemek, ağaç kesimlerini durdurmak için. taksim dayanışması uzun süredir gezi parkı ve meydanın yeniden düzenlenmesinin aslında ne anlama geldiğini, parkın yerine bir alışveriş merkezi yapılmak istendiğini anlatan, yaşam alanlarımızın talan edilmesine karşı çıkan basın açıklamalarıyla bir dizi eylemlilikler yapıyordu, sosyal medyadan takip ediyordum ama çok da katılamıyordum. 28 mayıs’ta o çağrıyı alınca hiç düşünmeden gittim parka ve gidiş o gidiş aslında… sabah erken vakit az sayıda insan toplanmıştı bile ve her geçen dakika daha da artıyordu gelenler.
sonra oradan çıkamadık zaten. herkesi parktan çıkarmaya çalışıyordu polis, iş makinaları durduruldu ama kimse ayrılmıyordu çünkü her an ağaçları sökmeye başlayabilirlerdi, öğle civarı biber gazı sıkarak dağıtmaya çalıştılar ama tam tersi oldu, daha da kalabalıklaştık. sonra orası dolmaya başladı, bir iki akşam forum gibi buluşmalar yapıldı, insanlar istanbul’un dört bir tarafından gelmeye başladı. 31 mayıs gecesi oldukça hareketli geçti. o zaman parkı da boşaltmışlardı. istiklal caddesi ve istiklal’e çıkan ara sokaklarda parka çıkmaya çalışan insanlar, polisin sert saldırısı, tomalar, kimyasal gazlar, plastik mermilerle karşılaştılar. her şeyi denedi kolluk ama kimse geri dönmedi. çok kendiliğinden bir araya gelen gruplar vardı. çevre ve ekoloji mücadelesi veren aktivistlerin yanı sıra, feministler, lgbti+’lar, politik örgütlenmelerden, siyasi partilerden, üniversitelerden yüzlerce insan sokaklardaydı. gezi parkı’ndaki ağaçların kesilmemesi, yaşadığımız alanların rant uğruna talan edilmemesi, kamusal alanların kimseye sorulmadan danışmadan, tepeden inme bir şekilde elimizden alınmaması gibi taleplerin yanı sıra iktidarın yıllardır uyguladığı baskı ve zulme karşı oluşan öfkenin, itirazın da dışavurumuydu yaşadığımız. türkiye’nin hızla otoriterleşmesine karşı bir duruştu aynı zamanda. o uzun ve sıcak 31 mayıs gecesinden sonra 1 haziran cumartesi akşamüstü sularını hiç unutamıyorum mesela, kolluk güçlerinin çekilmesi ve akın akın parka girişimiz, insan seli bitmiyordu…
ilginçtir, ben o ilk günlerde hiç çekim yapmadım, bilinçli bir karar olarak değil ama hem çok sıcak bir şeyin içinde olmaktan hem de uygun bir kameram yoktu o dönem, telefonum da akıllı telefon değildi ama akıllı telefonla ya da kamerayla çekim yapanlar vardı. parka girdikten ve çadırlar kurulduktan sonra bir çağrı yapıldı, video aktivistler, çekim yapmak isteyenler bir araya gelelim, neler yapabiliriz bir konuşalım diye.
ben de o çağrıyı duyunca toplantıya geldim, gezi parkının alt tarafında çimlerin üzerinde toplandık. sonra her şey çok hızlı gelişti, hep çağrı ve dayanışma yoluyla teknik altyapı oluşturduk, bilgisayar, kamera gibi ihtiyaçlar karşılandı. hiç unutmuyorum bir arkadaşım kamerasını verdi ve o andan sonra devamlı kaydetmeye başladım. bir görüntü havuzu oluşturmaya, arşiv için görüntü toplamaya da başlamıştık aynı anda. gelen görüntüleri aktarıyor ve yedekliyorduk. seninle henüz çok tanışmıyorduk ama karşılaştığımızda gülümseyip selamlaşıyorduk. sonra kısa sürede sanki yıllardır tanışıyormuşuz gibi hissettik. park rengarenkti ve yaşam doluydu, herkesin gözünün içi gülüyordu, her türlü polis şiddeti ve tehditi hâlâ geçerliydi ama korku eşiği aşılmıştı çoktan. ara ara polis saldırısı olacağına dair haberler geliyordu, park dışında da yaşanıyordu zaman zaman, o iki haftalık süreçte iki üç kez çok şiddetli polis saldırısına da maruz kaldık parkın içinde, bu şiddeti belgelemeye devam ediyorduk bir şekilde ama özellikle parkta kurulan kolektif yaşamı, dayanışmayı ve günlük hayatın akışını da kaydetmeyi önemsiyorduk. etkinlikler, forumlar, bostan, kütüphane, konserler, çeşitli atölyeler, o kadar hareketli ve dolu dolu yaşanıyordu ki, sanki yıllardır parkta yaşıyorduk. yaşanan sorunlar, cinsiyetçi ve ayrımcı yaklaşımlar yok muydu, tabi ki oluyordu ama bu tip sorunlar kolektif bir şekilde çeşitli forum ve atölyeler yaparak çözülmeye çalışılıyordu. feministler ve lgbti+’lar olarak hemen “küfürle değil inatla diren” kampanyası başlatılmıştı ve stickerlar yapıştırdık dört bir tarafa ve bir karşılık bulmuştu bu kampanya. feministlerin çadırında “tayyipsiz ve tacizsiz hava sahası” pankartı vardı. hatta cinsiyetçi olmayan küfür atölyesi yapılmıştı feministler çadırında. parkta kalanlar için insanlar evlerinde yemek yapıp getiriyorlardı. nor zartonk çadırında “mezarlığımızı aldınız parkımızı alamayacaksınız” yazısı o kadar çok şey anlatıyordu ki… 2012 yılında iktidarın kürtajın yasaklanmasına yönelik girişimleri, 3 çocuk yapın baskıları, kadınların kamusal alanda nasıl hareket edeceklerine yönelik baskılar, kadın cinayetlerinin artması ve kadınlara yönelik şiddeti önleyici mekanizmaların uygulanmaması gibi bir gündemle girdiğimiz için 2013’e de, kadın hareketi ve feministler açısından oldukça hareketli olan süreç gezi direnişinde sözümüzü daha yüksek sesle ve daha çoğalarak dile getirmemizi sağladı. feminist hareket ve lgbti+ hareket gezi direnişiyle birlikte görünürlük kazandı, karşılıklı bir temas oldu ve daha geniş kesimlere ulaşmamızı da sağladı. bunu biraz da aynı yıl ve hemen sonraki yıllarda hem feminist gece yürüyüşlerine hem de onur ve trans yürüyüşlerine katılımın artmasından da anlayabiliyoruz. sen nasıl hatırlıyorsun tüm o süreci?
özge: aslında çok daha geriye giderek başlarsam, taksim dayanışması’nın 2013 kış aylarında taksim meydanı’nda düzenlediği bir imza kampanyası ve basın açıklamaları oluyordu taksim imar planı’na yönelik. orada basın açıklamalarının birinin video kaydını yapmıştık. o zamanlar artıkişler video kolektifi vardı üyesi olduğum. hiçbir basın mensubu gelmemişti açıklamaya. biz video kamerayla gitmiştik ve çok kritik bir basın açıklamasıydı o, onu kaydettik. aylar sonra 28 mayıs’ta parka vinçle girildiği ve parkın güneyindeki ağaçların kesilmesiyle dayanışmadan bir çağrı yapıldı senin de dediğin gibi. ben de birkaç arkadaşla parka gittim. o dönem freelance çalışıyordum, dolayısıyla çağrı sonrası hemen gidebilmiştim. sonrasında nöbet başladı ama tabii daha az insan vardı o ilk günlerde. ben de ilk günlerde nöbet sırasında hiç çekim yapmadım ama çekim yapanlar oldu ve o kayıtları videoccupy’a verdiler sonrasında. benim de o dönem kendime ait bir kameram yoktu. artıkişler kolektifi’nin bir kamerası vardı ama bende değildi nöbet sırasında. ben aslında 31 mayıs gecesinden itibaren çekim yapmaya başladım. çok eski bir fotoğraf makinesi buldum, video özelliği de vardı, onunla kayıt yaptım o meşhur kitleselleşen geceyi. ertesi gün daha profesyonel başka bir kamera ulaştı bana fakat aşina olduğum bir kamera değildi o nedenle çok da iyi çekim yapamadım. taksim’e akın akın gruplar geliyordu dört bir yandan ve parka girilmişti artık. sonra 1 haziran’da iki arkadaşımla karşılaştım. müştereklerimiz toplantısına gitmiştik. o toplantıda herkes gruplara ayrıldı parktaki yaşamı organize etmek üzere. biz de yapabileceğimiz en iyi şeyin süreci kaydetmek olduğuna karar verdik. aslında videoccupy o şekilde ortaya çıktı. ertesi gün, 2 haziran’da da video aktivistlere bir çağrı yaptık. seninle de ilk kez o çağrı sonrasında yaptığımız toplantıda tanıştık. sonrasında da bahsettiğin gibi bir kamera havuzu oluşturduk. yavaş yavaş bilgisayar, hard disk ve diğer teknik ihtiyaçları toparladık. insanlar kullanmadıkları handycam’lerini getiriyordu, ofisteki masanın üzeri kamerayla dolmuştu bir süre sonra.
güliz: çok iyi hatırlıyorum, çeşit çeşit kamera vardı o masanın üzerinde, hangi kamera boşsa onu alıyorduk, çekim yapıp aktarıyor, kısa videolar üretip hemen yayınlıyorduk. neredeyse 24 saat dönüşümlü olarak çalışıyorduk ve hiç yorgunluk hissetmiyorduk. aşina olmadığımız kameralardı fakat sonrasında onların her biri bir parçamız haline geldi.
özge: kolektif oluştuktan ve herkes kayıt yapmaya veya toplamaya başladıktan sonra pek çekim yapamadım. geceleri yapabiliyordum, gündüz genelde koordinasyonla ilgileniyordum, bazen parka bile gidecek vaktim olmuyordu. bizim asıl tanışmamız da bu anlara denk geliyor. fakat tekrar o ilk toplantıya dönecek olursam, ilk videoccupy çağrısından sonra parkın bir noktasında toplanmıştık, oraya epey bir insan gelmişti. o toplantıda kimse konuşmak istememişti, ben ilk konuşmayı yapmak zorunda kaldığımı hatırlıyorum. orada güzel bir çember oluşturmuştuk. avukatları da davet etmiştik. aktivistlerin güvenliği konusunu konuşmak istemiştik. aktivistlerin yüzlerinin kayıtlarda görünmesi ve bunun yaratabileceği sorunlar konusunda bazı önerileri olmuştu avukatların. o zaman demek ki önceliğimiz bu olmuştu. sanırım çok sıcağı sıcağınaydı ve tam ne olacağını kestiremiyorduk, insanların güvenliği ilk düşündüğümüz konu oldu. oysa bunu çok da çözemedik. görüş ayrılıkları oldu, kimisi etik değil dedi, kimisi de yüzlerin görünmesinin tam da video aktivizme dahil olduğunu düşünüyordu. ben arada kalmıştım. bazı eylemlerde yanıma gelip kaydı silmemi rica edenler oldu, o zamanlarda sildim ama çatışmalarda genelde arkadan kayıt yapıyordum veya doğrudan polis şiddetini kaydediyordum.
kolektife dair hatırladığım ve hoşuma giden bir şey de erkek ve kadın üyelerin sayıca eşit olmasıydı. sen feminist hareket içinde olduğun için senin açından bu yeni bir şeydi, değil mi?
güliz: evet, alışmakta biraz zorlanmıştım çünkü çok uzun süredir karma yapıların içinde değildim, dolayısıyla erkeklerin de olduğu toplantı deneyimini unutmuştum ama hemen hatırladım tabi… feministlerin standındaydım daha çok ve biraz da ikilemde kalmıştım, orası ve bu kolektif arasında ama sonra ikisinin de yürüyebileceğini gördüm. o ilk toplantıda biraz çekingen kalmıştım o yüzden, ilk konuşmayı senin yapman oldukça rahatlatmıştı beni, bir yandan da anlamaya çalışıyordum, burası nasıl bir grup, önceliklerimiz, yaklaşımlarımız benzer mi? kolektif nasıl işleyecek? senin konuşman iyi gelmişti bana. o sayede çabuk adapte oldum sanırım, güven duygusu, birlikte üreterek, o pratik içinde kısa sürede gelişti.
özge: sonra videoccupy ortaya çıktı.
güliz: evet, 2008 sonrası dünya genelinde hızla yayılan toplumsal protesto ve işgal hareketlerinden esinle çıkmıştı bu isim. sayı olarak erkekler ve kadınlar dengeliydi ama karar alma mekanizması nasıl işliyordu diye düşündüğümde, daha çok erkeklerin karar veren konumda olduklarını gözlemlemiştim. üretilen videoların logo ile mi logosuz mu yayınlanması, bu videoların kötüye kullanımını nasıl engelleriz, videolarda yer alan insanların güvenliği tartıştığımız konular arasındaydı. sonra yaka kartları basılmıştı, bir anda kurumsal bir şeye mi dönüşüyoruz sorusu oluştu öyle bir niyet olmasa da. ilk zamanlarda herkes birbirini tanımıyordu, hani park içinde ve çevresinde birbirimizi bilelim diye düşünüldü sanırım ama bir taraftan kendini hedef gösterme riski de vardı, hiç kullanmadık o kartları. çok fazla çekim yapan vardı hem basın, hem video aktivistler hem de parka ziyarete gelenler, çok fazla polis kamerası da vardı. zaman içinde ayırt etmeye başlamıştık onları da. ilk editlediğimiz videolarda kocaman videoccupy logosu var, sonra boyutu küçülüyor. videolara çok hoş isimler buluyorduk ve mutlaka tarih yazıyorduk. biraz da günbegün şekillenen koşullara, güvenlik durumlarına göre değişen bir süreçti ve çoğumuz ilk kez deneyimliyordu böyle bir süreci. şimdi olsa nasıl yapardık, başka çözümler mi bulurduk? sosyal medyanın yaygın kullanımın da gezi direnişi ile arttığını düşünüyorum. her an her yerde elinde telefon ya da kamerayla çekim yapanlar vardı. son yıllarda polisin basın emekçilerine ve video aktivistlere uyguladığı şiddeti, görüntü ve ses kaydı almayı nasıl devamlı engellediğini düşününce o dönem nispeten biraz daha rahat çekim yapabiliyorduk.
özge: ben aslında koordinasyondaydım ama isyan ruhu ve eylemliliğin getirdiği yoğunluk ve hızla nasıl ve neye dayanarak karar aldığımızı hatırlayamıyorum. her şey çok hızlı ilerliyordu. yine de erkeklerin baskın olduğu durumları hatırlıyorum. bizim sesimizin çok duyulmadığı toplantılar oluyordu. sanırım ilk sen uyarmıştın, erkekler daha uzun konuşuyor ve kadınların sesi çok duyulmuyor demiştin. benim epey hoşuma gitmişti o müdahalen. ama o an epey bir gerginlik oldu. sonrasında kolektifteki kadınların kurduğu yakınlığın da erkeklerin hoşuna gitmediğini hatırlıyorum.
güliz: kadınların bir araya gelmesi tehdit olarak görülür ya, biraz onunla ilgili olabilir. patriyarkal sistemin bireysel tezahürü gibi geliyor bana. zaman ilerledikçe bu konuyu daha rahat konuşmaya başlamıştık. kendi aramızda da bazı fikir ayrılıkları oluştuğunu, ikili ilişkilerin grup dinamiklerini etkilediğini düşünüyorum. bunları sonradan fark ettik, üzerine düşünüp konuşabildik, daha çok da kadınlar toplanıp konuşuyorduk.
özge: kadınlar arasında bir dayanışma ve yakınlık oluştu zamanla fakat buna rağmen neden sesimiz daha az çıkıyordu?
güliz: ben bir süredir feminist hareketin içinde olduğum için feminist yöntemlere aşinaydım. toplantılarda da feminist yöntemler uyguluyorduk; bir kolaylaştırıcı olması, herkesin söz almasının gözetilmesi, ilk kez söz alacaklara ikinci kez söz alacaklardan önce söz verilmesi, söz kesmemeye, araya girmemeye dikkat edilmesi, ara verilecekse birlikte karar verilmesi, not tutulması, bu notların kolektif içinde paylaşılması. bu arada zaman zaman atlanabiliyor, özellikle araya girme konusu, birbirimizi rahatlıkla uyarabiliyoruz, ve eleştirileri dikkate alıyoruz böyle durumlarda. videoccupy toplantılarında söz alanlar ağırlıklı olarak erkekler oluyordu, o kişi söz alıyor, konuşuyor ve sonra kalkıp gidiyor, ondan sonra söz alanları dinlemeden. birkaç kez buna tanık oldum ve çok şaşırdım, neden böyle oluyordu? sadece kendi sözlerinin önemli olduğunu mu düşünüyorlar? niye birbirimizi dinlemiyoruz? orada çarpıcı biçimde bunu görünce dile getirmiştim. sonraki toplantılarda buna dikkat edildiğini, birbirimize daha özenli davrandığımızı hatırlıyorum. ilk günlerde zaten toplantı yapmaya bile fırsat yoktu, iş yapmak üzerinden yürüyordu. yepyeni bir şey deneyimliyoruz, o isyan duygusu, kolektif yaşamı kurma ve deneyimleme, sorunları hep birlikte çözme iradesi, polis saldırılarına karşı hep birlikte mücadele etmek. sonra 15 haziran’da, bir cumartesi akşamüzeri, parkın en kalabalık olduğu anda, çok şiddetli bir polis saldırısıyla parkın boşaltılması, çadırların, eşyaların talan edilmesi, parkın polis tarafından insanlara kapatılması ve özellikle giriş kısmının karakol haline getirilmesi. istiklal caddesi’nde yapılan protesto yürüyüşleri, gezi direnişinde polis şiddetiyle hayatını kaybedenlerin anmaları, taksim meydanı’na yapılan çağrılar, temmuz ayında kadınların gözaltında polis şiddeti ve cinsel tacizine karşı yaptığı yürüyüş, basın açıklamaları, her yere yayılan direniş ruhunun devam etmesiyle biz de devam ettik. kopmak istemedik. 19 ocak 2014 hrant dink anması çağrı videosunu da yine vidyokolektif olarak yapmıştık.
gezi direnişi sonrası kadınlar olarak daha sık buluşmaya başladık ve birbirimizi daha iyi tanıdık. kendimize tam olarak bir kolektif demiyorduk ama videolar üretmeye devam ediyorduk. devam ettikçe de vidyokolektif ortaya çıktı. 2014 yılında 8 mart feminist gece yürüyüşü çağrısı ve yürüyüş videosu, 10 temmuz 2014’te, sayıları her gün artan kadın cinayetlerine karşı kadınların istanbul’da aile ve sosyal politikalar il müdürlüğü işgali ve basın açıklaması, 2015 yılında istanbul feminist kolektif’in yayınladığı raporun tanıtım videosu, 2016 yılında kadın cinayetlerine karşı acil önlem grubunun kampanya ve basın açıklamaları gibi videolar üretmeye devam ettik.
bir taraftan da karma olarak bak.ma toplantıları yapıyorduk. o toplantılar çok zamanımızı alıyordu, gezi direnişine dair görsel arşiv oluşturma ve bunu yaygınlaştırma konusunu tartışıyorduk devamlı. sonra senin görsel arşiv alanında çalışan birileriyle bağlantı kurman ve pandora ile tanışmamız ve 2014 haziran ayında yaptığımız atölye var. oldukça disiplinli ve heyecanlıydık.
özge: o süreçte bilinçli olarak biz kadınlar olarak kalalım dememiştik, bir şekilde spontane olarak öyle oldu, kadınlar kaldı geriye. videoccupy kolektifi olarak topladığımız yüzlerce saatlik görüntü kaydı, binlerce fotoğraf vardı ve ilk çağrıda bir şeyin sözünü vermiştik: bir alanda, platformda bu kayıtları erişilebilir kılacaktık. sanıyorum, geriye kalanların o süreçte verilen emeğe saygısı, duygusal bağı, onu sürdürme, umursama, görsel kayıtların ulaşılabilir olmasına yönelik sorumluluk duygusu daha çoktu. elbette gidenlerin bundan sorumluluk duymamış olduklarını söylemek istemiyorum, tam zamanlı işleri olan insanlar vardı ve ayrıldılar. onlar için geride bırakmak belki daha kolay oldu bize göre. sonraki toplantılarda bunları konuşmuştuk ve feminizmle alakalı konular olduğunu düşünüyorduk ve bir noktada biz feminist bir kolektifiz diyebildiğimizi hatırlıyorum vidyokolektif için.
güliz: gezi direnişi sonrası özellikle feminist bir kolektif kuracağız diye bir iddiamız yoktu ama vidyokolektif’in oluşmasında, her birimizin kendisini feminist olarak tanımlamasının etkisi olduğunu düşünüyorum. çok esnektik de bir yandan, herkesin kendi başına yaptığı işler de vardı. politik olarak aktif olduğumuz oluşumlar vardı. bazılarımız feminist hareket içindeydik. gittiği yere kadar gitsin, devam ediyorsa etsin gibi bir yere geldi. videoccupy sürecinin şöyle bir avantajı oldu, özellikle benim açımdan, üretim aletlerine erişimim daha kolaylaştı. witness bize bir kamera bağışlamıştı. ben o kamerayı üç, dört yıl çok aktif biçimde kullandım mesela. kimse de buna itiraz ememişti ve çok hoşuma gitmişti bu. kamera küçük boyutlarda ve dikkat çekmediği için tam bir aktivizm kamerasıydı. ben onu ömrü bitene kadar kullandım. hâlâ da o kamera bendedir.
özge: o dönemi, yani post-gezi sürecini, anmaları, forumları, yürüyüşleri kaydettik. berkin elvan cenazesi de epey önemli bir olay olarak tarihe geçti. çok da fazla kayıt yapan insan vardı, bir kısmı hâlâ bir yerlerde ulaşılabilir olmalı. bizim kayıtlarımız zaten bak.ma’ya yüklendi. vidyokolektif olarak da bir youtube kanalı açmıştık ve oraya editlediğimiz videoları yükledik. orası da hâlâ erişilebilir. biliyorsun, çok fazla sosyal medya hesabına erişim engeli kondu o dönemde de. kaydettiğimiz diğer önemli protestolardan biri de ‘internet sansürü’ydü mesela. çok ilginçtir ki o dönem böyle bir eylem yapılabilmişti. bugün sansüre yönelik o denli büyük bir eylem yapmak mümkün değil. sen o döneme dair hangi eylemlerin etkili ve güçlü olduğunu düşünüyorsun? feminist eylemler, lgbti+ örgütlerin eylemleri çok görkemli ve dönüştürücüydü. sanırım onları sen kaydettin zaten? senin yaptığın röportajlar var parkta ve sonrasında da.
güliz: evet, işte o witness’tan gelen kamerayla, o dönem tüm eylem ve yürüyüşlerin yapıldığı istiklal caddesi’nde gerçekleşen çoğu protesto yürüyüşü ve basın açıklamalarını çekiyordum. 2013 yılının trans onur yürüyüşü onbinlerin katıldığı çok çoşkulu bir yürüyüştü. hemen bir hafta sonra da onur yürüyüşü, gezi direnişi ruhunun çok canlı olmasının da etkisiyle yaklaşık 100.000 kişiyle yapıldı. 8 mart feminist gece yürüyüşü, ki 2014 yılında yağmurlu havaya rağmen o zamana dek yapılan en kalabalık yürüyüşlerden biriydi. o dönem politik olarak çok hareketliydi, feministler, sol hareketler, kadınlar, lgbti+’lar, barış için kadın girişimi, ekolojik hareketler, kürt hareketi, neredeyse her hafta bir basın açıklaması, bir yürüyüş, bir protesto oluyordu istiklal caddesi’nde. bazı cumartesi günleri şimdi “tutuklu” olan galatasaray meydanı’nda ve istiklal caddesi’nde beş eylem arka arkaya olurdu, saat 12.00’de cumartesi anneleri/insanları ile başlar ve saat başı devam ederdi. 2015’de onur yürüşü’nün yasaklanmasıyla daha baskıcı ve karanlık bir döneme girdik. feminist gece yürüyüşü istiklal caddesi’nde 2019’a dek yasaksız yapıldı ve son dört yıldır valilik yasaklamalarına rağmen sıraselviler, karaköy, cihangir hattında devam ediyor.
özge: gezi sonrası yaptığımız en anlamlı videolardan biri de senin bahsettiğin gibi 19 ocak 2014 anması. onun içinde hem hüzün hem umut vardı hem de onun yapım süreci epey de yaratıcı geçti. fakat elbette en büyük emeği ve çabayı gezi’nin video koleksiyonlarının arşivlenmesi için verdik. videoccupy sürecinde online belgesel film arşivi pad.ma’yı keşfetmiştik hatırlarsan ve hepimiz çok beğenmiştik ama o dönem hayal edebileceğimizden fazlası gibi geldiği için rafa kaldırmıştık. sonra koleksiyonları erişilebilir kılacak diğer olasılıklar hiç sürdürülebilir ve etik değildi. pad.ma’nın yüklü olduğu sistem açık kaynaklı bir arşiv programı tarafından oluşturulduğu için bizim pratiğimizi etik olarak da tamamlayacak bir altyapı olarak düşündük. gerekli kaynakları yaratmak zor oldu ama bir yıl içinde bunu dayanışmayla yapabildik. bu süreçte bize destek olan insanların yardımıyla 2014 haziran ayında yazılımcılarla yaptığımız atölye süreci herhalde hepimizin unutulmaz anıları arasındadır. bizimkine ‘arşiv takıntısı’ demek bana pek doğru gelmiyor, o kadar popüler bir konu da değildi o zaman. son on yılda çok konuşulur oldu. oysa biz biraz tesadüfen ve biraz da acil ihtiyaçla, yani daha doğrusu ‘kayıtlara sahip çıkma’ çabasıyla, ‘kazara’ arşivci olduk sanırım.
güliz: senin de dediğin gibi, görüntü kaydetmek, belgelemek dışında bu görüntüleri nasıl koruyacağımız, saklayacağımız ve yaygınlaştıracağımız, dolayısıyla kolektif hafızayı nasıl besleyeceğimizi tartışmaya gezi direnişi sonrası başladık çünkü muazzam bir görsel materyal vardı elimizde. yeni yöntemler araştırmak, denemek, görüntülere her baktığında farklı şeyler görmek, bu yüzlerce saatlik görsel malzemenin ne kadar dinamik olduğunu, yıllar sonra izlendiğinde uyandırdığı etkinin farklılaşması, zenginleşmesi ve çoğalması çok heyecan verici. iyi ki yolumuz gezi direnişinde kesişmiş ve iyi ki bir araya gelmişiz!
özge: iyi ki! tarihsel kayıtlarımıza sahip çıkma çabamız nice güzel karşılaşmalara ve üretimlere vesile oldu.